Bünyemde Ara

Pazartesi, Nisan 18

Diana Shipping ; Hayatımda belkide milat olabilecek bir atılım yapmamı sağlayan bir dökme şirketi...

                 Diana Shipping ; Hayatımda belkide milat olabilecek bir atılım yapmamı sağlayan(destekleyen) bir dökme şirketi...
                Okuduğum okul gereği 12 ay staj yapmam gerekli bu da neredeyse okuduğum 4 yıl boyunca her yaz demek. Ve staj bulma süreci eğer iyi ve kabarık bir cv istiyorsanız ve hedefleriniz cidden yüksekse çok gergin bir dönem oluyor. İlk stajımı Arkas Holding bünyesindeki Jak A gemisinde yaptıktan sonra yurt dışında çalışmak için kendimi yeterli hissediyordum artık. İnternet de adeta bir fırsat ararken imdadıma Diana Shipping yetişti. Bana yaklaşımları çok güzel olan bir Yunan şirketi. Şirket dahilinde hiç Türk olmaması benim için büyük bir handikap olsa da bana verilen fırsat bu piyasada paha biçilemez. 

          
                Bu arada teşekkürler Diana Shipping Inc.(NYSE: DSX), size minnettarım :)

Cumartesi, Mart 12

Söyleşi..

          Her okuyuşumda aklımda lezzetli bir tad bırakan hayvan dergisinde yayınlanmış bir söyleşidir..
Mantık, bilim felsefesi, bilgi teorisi başta olmak üzere, felsefe tarihi, kültür felsefesi ve ahlak felsefesi alanlarında çalışmalarını sürdüren Prof.Dr. Ahmet İnam, Türkiye Felsefe Derneği Başkan Yardımcılığı'nın yanı sıra, ODTÜ Felsefe Bölümünün başkanlığını yürütüyor. İnam ile hayat üzerine konuştuk...
- Sevgili hocam, memleketin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Feci şekilde kokuşmuş bir şeyler var. Şimdi tabi bu lafı 1500 sene önce Platon da söylüyormuş, 500 sene önce Hamlet de söylüyordu, otuz yıldır da ben söylüyorum. Hayatımız kokuşuyor, güzel bir söz değil ama böyle.
İnsanların seyrettiği televizyon dizileri kötü, okuduğu kitaplar kötü, ama benim şikayetim bunların kötü olduğunu söyleyen insanlardan. Sürekli şikayet edene entel diyoruz. Ne kadar çok şikayet ederseniz o kadar entelektüel oluyorsunuz. Oysa Entelektüel mutlu bir adamdır, burada mutlu demek memnun anlamında değil. Mutludur, yaşanan çirkinlikleri görür fakat bunları kabul etmez. Çirkinlikleri nasıl düzeltebileceğini düşünür, yolunu yordamını bulur. Kokuşmuşluk, önce kendimizle olan ilişkimizde başlıyor.
Kendimizi çok fazla değerli gördüğümüzü sanmıyorum. İşin beteri kendimizi adam yerine de koymuyoruz. Yemek yemiyor artık çağımız insanı. Tıkınıyor.
Yemeğin tıkınmaya döndüğü, sevişmenin düzüşmeye döndüğü bir çağda yaşıyoruz. Bütün bunlar yozlaşmış bir hayatı gösteriyor, çünkü ortada zevk yok. Zevkin hançerlendiği bir yaşam var.
- Kendimizi nasıl kurtarırız bu hançerden?
Hazların peşinden koşarak değil tabi. O da hayatımızı sürdürmek için, sabah sekiz akşam beş çalıştığımız işler kadar kokuşma belirtisi. Eğlenmek için yaptığımız şeyler de otomatikleşiyor. Çünkü şu film seyredilecek deniliyor, herkes o filmi seyrediyor, şu yazar okunacak diye emir geliyor, herkes o yazara çullanıyor. Fakat herkes o yazardan ne anlıyor? Madem ki farklıyız, herkes o farkı yaşamalı. Ama fark da bize giydirilen bir şeye dönüşüyor.
Beymen'den giyinince farklı oluyorsun. Kendimizden kaynaklanmıyor. Yani diplomalar, nasıl yaşayacağımız, her şey bize dışarıdan giydiriliyor. Ama kim giydiriyor derseniz, kimse giydirmiyor aslında, birbirimize giydiriyoruz. Böyle olunca yaşama sevinci kayboluyor, bu çok büyük bir tehlike.
- Öğrencilerinizin yarısının anti-depresan kullandığı doğru mu?
Doğrudur. Bizim ODTÜ civarında hayat bir beladır diye algılanıyor herhalde.
Sürekli şişiriliyor gençler, sen akıllısın diye. Ailelerin de beklentisi büyüyor. Ama küçük bir başarısızlıkla karşılaştıklarında hemen bunalıma giriyorlar. O kadar el bebek gül bebek yaşamaya alıştırılmışlar ki, acılara tahammülü olmayan insanlar yetişmeye başlıyor. Yaralar almaya başlayınca, bir çıkış noktası bulamayınca ya ilaçlarla tahammül etmeye çalışılıyor ya da savunma mekanizmaları aşırı gelişiyor.
- Bu durum başarıya koşullanmaktan mı kaynaklanıyor?
Başarılı olsan, başarının hiçbir ölçütü olmadığı için, nerede duracağını bilemiyorsun ve başarı dangalağı oluyorsun. Sürekli önüne havuç konmuş eşek gibi koş Allah koş. İşkolik oluyorsun. Başarısız olsan geride durmaya tahammül edemiyorsun. O yüzden başarı ve başarısızlığın dışında bir hayatı seçmiş olabilirsin, yani serseri olmak çok daha iyidir bence. Başarısızlık ve büyük beklentiler bir aradaysa o zaman anti- depresancı oluyorsunuz.
Bunların dışında üçüncü bir yaşamın peşindeyseniz yaratıcı olmak zorundasınız. Yani dünyaya posta atmış, egemen değerlerin dışında bir insan olmak gerekir. Dünyaya posta atabilmeniz için de önce kendi değerlerinizin olması gerekir.
- Mutsuzluk bulaşıcı mı?
Pısırık, güvensiz insanların bu kokuşmuşluktan çıkma şansı yok. Mutsuz ve sinirliysen bol bol sigara içersin ve kısa bir süre sonra ölürsün.
Mutsuzluk uzun sürmez. Trafikte kavga edersin, bir araba sopa yersin.
Sevgilinle sevişemezsin, iktidarsız olursun. Onun için rahat olmak lazım.
On derste rahat olma kitapları şimdi çok satıyor. Orada yazanların tam tersini yaparsan belki biraz rahatlarsın.
- Hayvan dergisine verdiğiniz beyanatta: "Bilge dediğin fırlama olur demişsiniz. " Bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?
Gayet ısrarlıyım, hatta bu görüşümü daha da ileri götürdüm, bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt olur diyorum. Bilge, hayatın bütün hazlarının ardından koşar ama o hazların hiçbirinin dangalağı olmaz. Serserilerle konuşur, berduşlarla arkadaşlık eder, bir sürü dedikodunun farkındadır, magazinleri izler ama bulaşmaz. Günde on beş dakika televizyon izler ama sonra genellikle evleri iki katlı olduğundan yukarı çıkar, Mevlana'yı Farsça'sından okur, yatmadan önce iki bardak şarap içer.
Bilge adamda hem sokakta süren hayatı yaşayabilme yeteneği ve gücü vardır hem de o hayatın dışına çıkabilme cesareti. Yani bilge insan, hayatın içindedir. Leman'ı, Penguen'i okuduğu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz. Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapıyor, çok ayıp demez. Son çıkan küfürleri bilir. Yeni küfürler üretir. Yaşamdan tat almayı bilir ama bunu hiçbir zaman ayağa düşürmez. Ayağıyla yaşadığı yaşamı, yukarı çeker. O küfür ettiği zaman, küfür onda besmele gibi bir şey olur.
Bizde bilge, yerinden kalkmaz, ak sakallı, yemek yemez, çişi gelmez biri olarak bilinir. Oysa bilge dediğin doğal gaz kuyruğuna girer, sırasını kapan olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur.
Bu tanıma göre bilgelik, akademisyenlikle pek örtüşmüyor.
Akademisyenlik kötü bir iş. Bilgeliğe aykırı, otuz yıldır millete not veriyorum, kusturucu bir şey, bıktım anasını satayım, hepinize sıfır diyeceğim bir gün. Ya da hepinize yüz, ne fark eder. Bilgelikle akademisyenlik arasında bir ilişki olabilir, o da yaşı 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir şey. Bu avantajı kullanırsanız, yeni kalabilirsiniz.
- Biraz da aşktan konuşalım mı?
Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister. Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk ayrı bir şey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk. Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir. Diyelim ki kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık oluyorum. Yok öyle yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi?
Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur ya da olmaz.
Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde; kendimizi, hayatı, yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyorsak, işte aşk odur.
Bize insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir sorumluluk yükler.
Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli, aşığım, demek ki yapacak çok iş var.
Yani sevgilimle pastanede buluşacağım veya bir arkadaşın evine gidip yiyişeceğiz... Bu da yapılmalı tabi de yalnız bunu yapıyorsanız aşk falan yoktur. Yani burada, arkadaşın evine gittik, yiyiştik. Aşka giriş bile yok burada yiyiş var. Yani aşk, o yemekten aldığımız enerjiyle bir yere bir ağaç dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar okuyabiliyorsak, gereğini yerine getirdiğimiz şeydir.
Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip Leyla'yı sevmek değildir. Leyla'da bütün insanlığı sevmektir.
- Bir entelektüel olarak mutlu musunuz?
Yalnız kaldığım zaman, genellikle gece ikiyle dört arasında mutlu olurum.
Televizyonu açarım ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara bakıp öyle düşünürüm, belki yazasım gelir bir şeyler karalarım. Uykum gelince, bu dünya düzelmez arkadaş deyip yatarım. Bugün de kurtaramadık dünyayı ne yapalım derim. Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir. Örneğin Nıetzsche, adam hayatı boyunca bunu anlattı. Ama Nietzsche'yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girişmek istiyorum bazen. Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildiğince bastırılmadan ortaya çıkabilmesidir. Oysa yaşam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu olduğunu söylemiş. Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız. Hala içimizdeki erotik enerjiyle ilişkimizde sakatlık var. Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aşkı, sanki hiç eros yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz.
Bütün bu kalıplarım dışında felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız.

Perşembe, Ocak 13

Ahmet Şerif İZGÖREN ve Uğur Böcekleri Projesi

Ahmet Şerif İZGÖREN kendisiyle dün tanıştım ve gecenin o saatinde beni etkilemeyi başardı. Özellikle projesi ve yapmak istediklerine hayran kalmıştım. Ve buradan paylaşmak istedim.

Ahmet Şerif İZGÖREN
; 1965 yılında İzmir’de doğdu. 1983 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1987’de Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilimi Bölümü’nü bitirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde üsteğmen rütbesine kadar görev yaptı.

1991 yılında ordudan istifa etti. Aynı yıl Ankara Üniversitesi TÖMER Bursa Şubesi’ni kurdu ve bu şubenin müdürü olarak dört yıl görev yaptı. Bu dönemde, Bursa’nın ilk kültür merkezini açtı. Türkiye’nin tek çeviri dergisini çıkarttı. On altı tiyatro, müzik, resim kulübünün fahri başkanlığını yaptı.

1995 yılında özel sektöre transfer oldu; iki ayrı firmada genel müdürlük yaptı. 1996 yılında AIESEC Yüksek Danışmanlar Konseyi Üyesi olarak hizmette bulundu. İngiltere (Sunley Management Center) ve Türkiye’de zaman yönetimi, finans, liderlik, beden dili, işletme yönetimi ve yönetim modelleri, satış ve pazarlama, iletişim, şirket fonksiyonları, karar alma teknikleri, stres yönetimi, motivasyon, yaratıcı liderlik, benchmarking vb. konularda birçok seminere katıldı ve eğitim aldı. Daha sonra bu alanlarda yurt içinde ve yurt dışında eğitimler verdi. Liderlik, takım çalışması, yönetim ve iletişim alanında yurt dışı da dâhil olmak üzere birçok üniversite ve platformda 500’ü aşkın seminer verdi. Hâlen bu konularda Türk ve yabancı birçok kuruluşa, eğitim ve danışmanlık hizmeti vermektedir.

İzgören, çalıştığı kurumlarda değişim yaratması ve sistem oluşturmasıyla tanındı. Kurucusu olduğu Academy International / İzgörenAkın Eğitim ve Danışmanlık firmasının 1996’dan beri; ELMA Yayınevi’nin (Akademi Artı Yayıncılık AŞ) 1999’dan beri Yönetim Kurulu Başkanlığı görevindedir. Sekiz tanesi iş ve yönetim ile kişisel gelişim konularında olmak üzere on iki kitabı yayımlanmıştır. Bunlardan dokuz tanesi on binin üzerinde satılmıştır.

Türkiye'de konusunda çalışan bir bilirkişi.
Eserleri
  • Avucunuzdaki Kelebek 
  • Geleceğin Organizasyonunu Yaratmak 
  • Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 
  • Eyvah! İş Görüşmesi 
  • Dikkat Vücudunuz Konuşuyor 
  • Süpermen ve Uğur Böceği 
  • Hıdır Kişisel Gelişiyor 
  • Eşikaltı Büyücüleri 
  • Uçan Halı Babam 
  • İş Yaşamında 100 Kanguru 
  • Sarı Siyah 
TÜRKİYE UĞUR BÖCEKLERİ PROJESİ;

Projemizin Ortaya Çıkış Hikâyesi
“ Bundan yaklaşık altı sene önce Ankara’nın 50 km. dışı sol tarafta bir ev. Evin yanında üç tane çocuk oyun oynuyor. Evin camı kırılmış ve evin sahibi siyah battal boy bir çöp poşeti taktırmış pencereye. Oradan geçerken bira an şunu düşündüm. Küçük bir çocuksunuz ve eve giriyorsunuz, eve ışık girmiyor. Evden dışarıyı göremiyorsunuz. Aradan üç dört ay geçti. Yine aynı yerden geçeceğim. Baktım, bir değişiklik var mı diye. Siyah çöp poşeti hala orada duruyor.
Sabahın beş buçuğu bir eğitim için havaalanına gidiyorum. Bir kuyruk gördüm. Kuyrukta sekiz dokuz teyze. Yanlarına gittim.
-    Teyze bu ne kuyruğu
-    Oğlum, Halk Ekmek kuyruğu
-    Teyze ne kadar ucuz
-    Oğlum, dedi. 10 kuruş daha ucuz
10 kuruş daha ucuz ekmek alabilmek için, sabahın beş buçuğunda kuyruğa girilen bir ülke…” diye anlatıyor Ahmet Şerif İzgören projenin ortaya çıkış hikâyesini.
Türkiye Uğurböcekleri Projesi (TUP),  ülkemizdeki bu örneklerin azalması için bizim de üzerimize düşen görevi yerine getirmek için 2004 yılında İZGÖREN&AKIN Eğitim ve Danışmanlık tarafından başlatılan bir sosyal sorumluluk projesidir. Projenin amacı bilgiye ulaşma konusunda zorluk çeken herkese gönüllü seminerler yoluyla bilgiyi ulaştırabilmektir.
TUP sadece İZGÖREN&AKIN’IN bir sosyal sorumluluğu olarak kalmamış, ülkesi için aydınlık yarınlar isteyen herkesin sorumluluğu haline gelmiştir. Farklı yaşlardan, gönüllülerimiz sayesinde, başlangıcından bu yana geçen 6 sene içerisinde yaklaşık 90.000 kişiyle “Türkiye’nin İyiliği” için buluştuk ve bu anlamlı yolda yürümeye devam ediyoruz.
Amacımız
·         Yurt sevgisi, dürüstlük, girişimcilik, iş kalitesi ve hoşgörü duyguları açığa çıkarıp ülkemize faydalı olmak,
·         Ülke insanını üretken, hedefler koyan, ülkesini seven, mücadele eden, birbirine saygılı, iletişime açık ve yüzü gülen bir toplum haline getirmek için tohumlar atmak, 
·         Yaşadığı çevreye, doğaya ve ülkeye değer veren insanlar için çaba göstermek,
·         Öğrencileri ülkelerine pozitif bir değer katmak üzere harekete geçirmek,
·         SHÇEK kurumları başta olmak üzere, ceza infaz kurumları, ilköğretim okulları, liseler ve üniversitelere bilginin ışığını ulaştırmak, 
·         Dezavantajlı çocuk, genç, yetişkin ve yaşlıların sosyal işlevselliklerine katkıda bulunmak,
·         Proje kapsamında verilecek kişisel gelişim eğitimleri ile bilginin ışığını tüm Türkiye’ye yaymak.
Değerlerimiz
·         Hoşgörü
·         Yurt Sevgisi
·         Dürüstlük
·         İş Kalitesi
·         Girişimcilik

Web Adresleri;

Salı, Ocak 4

PORŞŞ VINNN!!


               
       Porş çocukluğumdan nedendir bilmem ulaşmak istediğim bir araba markası aslında başında bilincinde bile değildim çünkü Şahin Doğan vardı zamanımız da ama Porş yoktu. Ulaşılamazdı benim için tanımazdım da zaten karşıma çıksa o dönemde belki öle bir araç hiç yoktu tamamen halkı kandırmak için yaratılmış bir '''süperaraba''' idi  taki Kobra Takibi adlı dize peydahlayana kadar orada Porş vardı hemde polis arabasıydı sıradandı onlar için zaten biz ürettik niye yadırgayalım gibi bir hava sezmiştim ben fakat alakası yoktu tabi çocukluk işte . Hala bir Porşum yok olmasının bana kendimi tatminden başka kazandıracağı bir getirisi de yok ama yine de bir günlüğüne de olsa ben o arabayı alıp egomu onunla yatıştırmak istiyorum ..gerekirse diğer gün satarım. Belki kar bile ederim kim bilir. Aslında egoda değil bendeki mevcut düşünce bütünüyle ulaşılmaza ulaşma sevdası böyle söyleyince dine de benzetilebilir. Allah var Ulaşmaya çalışan kullar var Ulaştığında vadedilen güzellikler var... Özünde Porş iyidir candır. Gereksiz harcama değildir. Hem bir süper araba hemde  sokakta da gayet haha! diye kullanabileceğin bir arabadır. Tüm modellerinde ki biz kardeşiz ifadesi ayrı bir güzeldir hepsinin gideri vardır yani. Ben hangisine giderim bilmiyorum şimdilik ama bir gün elbet birinden birine giderim..:)
                       Dr. Ing. h.c. F. Porsche AG, kısaca Porsche AG veya sadece Porsche (okunuşu;Porşe, Porsche yetkilileri "Porş" denilmesinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar.), 1947 yılında; Ferdinand Porsche'nın oğlu Ferry Porsche tarafından Stuttgart'da kurulmuş olan spor araba firmasıdır.

İlk modelleri 1948 yılında çıkan Porsche 356'dır. Ferdinand Porsche 356 tasarımını yaparken oğluna yardım etmiş ve 1951 yılında vefat etmiştir.
1963 yılında araba yarışlarında müthiş başarılar elde edecek Porsche 911'i piyasaya sunarlar. 6 silindirli, arkadan motorlu bir spor arabasıdır ve rallilerde de büyük başarılar kazanır.
Bu süre içerisinde Volkswagen ile yakınlaşılır. Şirketin %30.9u Volkswagenè aittir.Bircok projede ortaklaşa çalışmalarda bulunurlar. (1969 VW-Porsche 914, 1976 Porsche 924 (Audi bazı parçaları kullanmıştır) ve 2002 Porsche Cayenne (motoru da başta olmak üzere birçok teknik aksamı ve ergonomik çizgileri Volkswagen Touareg'de kullanılmıştır). 2003 yılında Ferdinand Porsche'nin torunu,Ferdinand Piech Volkswagen'in CEO'su olarak bu iki şirketin "ailesel" anlamda birleşmesini sağlamıştır.Porsche1950-1963 yılları arasında Porsche Traktör adıyla traktör.1987-1989 yılları arasında uçak motorları üretmiştir.
Porsche LeMans'ı 16 kez kazanmış, Formula 1'de McLaren'in motorunu yaratmış, Paris Dakar Rallisi'nin de zirvedeki isimlerinden biri olmuştur.
Seat, Daewoo ve Subaru başta olmak üzere bir çok otomotiv firması danışman olarak Porsche firmasıyla anlaşma yapmışlardır.

Pazartesi, Ocak 3

Ah Muhsin Ünlü(Onur Ünlü)



sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.






-RESULULLAHLA BENİM ARAMDAKİ FARKLAR-


Resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim.
Resulullah yolda Ebu Bekir’i görse ‘Es Selamu Aleyküm Ya Sıddık’ derdi,
ben yolda Ebu Bekir’i görsem tanımam.
Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
Ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

Resulullah Azrail’i yolda görse tanırdı;
ben Azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

Resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey Allah’ın Resulü;
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

Resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘Kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘Anneciğim ölmesen…’

Ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘Anneciğim seni ben…’;
Annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

Resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

Ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

Anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…

Resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

Annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

Olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
Verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
Resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
Nasıl olsa Resulullah da ölü annem de ölü.?


                                                                  Ah Muhsin Ünlü

Uykusuz

              Saat 3 civarıydı şu ara sınavlara hazırlanmak bahanesiyle evine göçtüğüm naçizane arkadaşımla koordineli bir şekilde hayatımı ikame etme ve içinde bulunduğumuz final tatilini de mahvetmemem için uyumam gerekirdi. Ama olur mu ? Öncesinde dizi izlemeliydim . Bir bakıma mantıklıydı uykum yoksa niye saçma sapan hareketlerle kendimi ziyan ediyim ki yatakta. Neyse bu ara takip ettiğim Fringe 2. sezon 8. ve 9. bölümlerini izledikten sonra bir dürtü neden benim bir blogum yada sayfam yok bende ki kafayı niye halka arz etmiyorum dedim bu kadar yaygınken halka arz bende yararlanmalıydım aslında bu noktaya kadar hala geri dönebilirdim az biraz araştırdıktan sonra burayı buldum ardından ilk deneme sürüşü yazımı kopyala yapıştır bir şekilde ekledim hoşuma gitti olay daha sonra sayfa rengi düzenlemesi falan derken gün ağardı ama daha doyuma ulaşmamıştım dedim diğer elemanlar neler yapmış? Göz gezdirmek lazım derken bir saatimi yerli-yersiz, yerli-yabancı bir sürü metin okuyarak harcadım daha sonrasında hem kendime bir serzeniş hemde haha!! yaptım diyebilmek için bu son yazıyla artık günü yakalamam gerektiğinin farkına vararak bitiriyorum.

    Özünde hala uykum yok saat şu an sabahın kaçı? Bilmiyorum gerek yok! Ama uykusuzlukla gelen daha fazla uyuma isteğinin bende ki yarattığı yaşlanma duygusu beni benden alıyor. Şuan, şu gereksiz aktiviteyi kendi dairemde yapıyor olsam bu yazının üstüne sanırım bu gece 11 12 ye kadar uyur güne bu saatte başlamanın saçma olacağına karar verip muhtemelen sabaha kadar uyuması için vücuduma baskı yapardım ve ondan sonraki bir günümü daha kaybetmiş olurdum. İyi ki naçizane arkadaşımdayım .

  :):)Saçmaladım, eğlendim son noktayla beraber .. İyi ki yapmışım:)

Alphonse Capone kısaca Al Capone!!

                  Amerikan ekonomisinin zor günler yaşadığı 1930'larda güç kazanmaya başlayan Al Capone, dönemin yasakları ve bu yasakların doğurduğu fırsatları son derece profesyonel yöntemlerle karşılamış, böylece hem maddi hem de politik güçlerini artırmıştır. Aslında bunlar beni şuan ilgilendirmiyor geçen gezinirken internette bir sözü dikkatimi çekti paylaşmak istedim; 
                           « Çocukken her akşam yatmadan önce ve aklıma geldiği her an Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi için dua ettim »


Hemde bir giriş yapmış olduk kendimizce..